Paylaş:
<?php echo $baslik; ?>

Telbiye sıygası genel itibarıyla şu şekilde zikredilmektedir:

                          [1] لبيك اللهم لبيك لبيك لا شريك لك لبيك إن الحمد والنعمة لك والملك لا شريك لك

Hanefi mezhebine ait fıkıh kitaplarımıza da baktığımızda genel olarak bu telbiye sıygasının keyfiyeti yukarıda verilen şekilde zikredilmektedir. Meselâ İmam Muhammed’in “el-Asl” ının hac bölümünü oluşturan Hâkim-i Şehid’in “el-Kâfî” sinden alıntılanan bölümde telbiyenin keyfiyeti ifade edilirken Resulullah Aleyhissalatü vesselâm’ın yukarıda zikredildiği şekilde telbiye getirdiği zikredilmektedir.[2] İmam Ebu Yusuf da “el-Âsâr” ında telbiyenin keyfiyetini İbrahim en-Nehâî’ den bu şekilde aktarmaktadır.[3] Her ne kadar Hidâye sahibi el-Merğinânî, telbiye sıygasının râvîlerin ittifakıyla yukarıda arz edildiği şekliyle nakledildiğini söylüyorsa da[4] bu ez-Zeylâ’î tarafından kabul görmemiştir. Zira Hz. Aişe ve İbn Mesud (Radıyallahu Anhuma)‘ un rivayetlerinde “والملك لك لا شريك لك” ifadesi mevcut değilken nasıl olur da bu mahalde râvîlerin ittifakından söz edilebilir?[5]. Tüm bunlarla birlikte Hanefî mezhebinin tamamı ve bir kısım Şafiilere göre de telbiyenin aslı bundan ibarettir ve üzerine ziyade yapmakta bir beis yoktur.

Lakin Şafiilerin çoğunluğu bu hususta varid olmuş olan Sa’d b. Ebî Vakkas rivayetinden dolayı yukarıda zikredilen telbiye ifadelerine ziyadede bulunmanın mekruh olacağı görüşünü benimsemişlerdir. Bu hususta “el-Ümm”’ün nâkillerinden olan ve de aynı zamanda et-Tahâvî, Ebu Dâvud, en-Nesâî, İbn Mâce gibi önemli isimlerin de hocalarından olan Rebî’b. Süleyman’ın eş-Şafii’den nakli de bu şekildedir. Rivayete göre Sa’d b. Ebî Vakkas telbiye getiren ve getirdiği telbiyede “لبيك ذى المعارج لبيك” ifadesini kullanan birisini görmüş ve ona “Bırak! Biz Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında böyle telbiye getirmiyorduk” demiştir. Birde telbiye sıygası ezan ve ikamet lafızları gibi kabul edileceğinden dolayı ziyade yapılması mekruh sayılacaktır.[6]

Hanefîlere göre ise telbiyeye bir ziyadede bulunmada her hangi bir beis yoktur. Zira sahabenin büyüklerinden olan İbn Mesud, İbn Ömer, Ebu Hureyre (Radıyallahu Anhum) gibileri telbiye lafızlarına ziyadede bulunmuşlardır.[7] Yukarıda Şafiilerin delili olarak aktarılan Sa’d b. Ebî Vakkas rivâyeti de telbiye sıygasına ziyade yapmak şeklinde değil de meşhur olan şu sıygayı ihlâl etme şeklinde anlaşılmalıdır.[8] Şu halde Hanefî mezhebine göre telbiyenin aslı bozulmaksızın, konu hakkında gelen diğer rivayetlere istinaden telbiye lafzına ziyadede bulunmanın her hangi bir sakıncası yoktur.[9] İmam Muhammed’den son bir nakil yaparak bahsimizi tamamlayalım:

   قال ال إمام محمد رحمة الل : أخبرنا أبو حنيفة ، عن حماد ، عن سعيد بن جبير قال : لما انبعث به بعيره قال : لبيك اللهم لبيك ، لبيك لا   شريك لك لبيك إن الحمد والنعمة لك والملك لا شريك لك ، لبيك إله الحق ، لبيك غفار الذنوب لبيك.

قال ال إمام محمد رحمة الل : إن شاء الرجل أحرم حين ينبعث به بعيره ، وإن شاء في دبر صلاته ، والتلبية المعروفة إلى قوله : والملك لا شريك لك ، فما زادت فحسن ، وهو قول أبي حنيفة

“(İmam) Muhammed şöyle dedi: Bize Ebu Hanife, Hammad’dan o da Saîd b. Cübeyr’den haber verdi ki o devesi kendisini harekete geçirince şöyle demiştir: Buyur Allah’ım emret! Emret, senin için hiçbir ortak söz konusu değildir. Buyur! Muhakkak Hamd ve nimet sana aittir. Mülk de (senindir). Senin hiçbir ortağın yoktur. Buyur ey Mahlûkatın ilâhı! Buyur ey günahları çokça bağışlayan!”

(İmam) Muhammed şöyle dedi: Kişi ister bineği hareket edince telbiye getirir isterse de namazının akabinde getirir. Bilinen telbiye “والملك لا شريك لك” ifadesine kadardır. Buna ziyâde yapılırsa da bu güzeldir. Bu Ebu Hanife’ nin de görüşüdür.[10]

Bu andan itibaren kişi Allah Teâlâ’nın mubah kıldığı bütün haz ve lezzetleri kendisine yasaklamış olarak Yüce Yaratan’ın mukaddes evine ulaşıncaya dek manevi huzur ve huşu hali ile Telbiye yapar ve her anını Allah Teâlâ’nın mutlak hâkimiyet ve büyüklüğünü ifade eden zikirleri söyleyerek geçirir.

Bu Telbiye ve zikirleri erkekler yüksek sesle; hanımlar ise kısık sesle söyler[11].

Mescid-i Haram’a ulaşıp, umre tavafını yapmak için Hacer-i Esved selamlanıncaya dek Telbiye ve zikirleri söylemeye devam edilir[12].

 

[1] Buhari, Sahih, Hac, No: 1474, Müslim, Sahih, No: 1184,

[2] Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, Kitabu’l-Asl II/ 451-452 Alemu’l-Kütüb, Beyrut 1990 B.I

[3] Ebu Yusuf, Kitabu’l-Âsâr, s. 94, No: 456

[4] Burhaneddin el-Merğinânî, el-Hidâye, I/165 Daru’l-Erkam, Beyrut-Lübnan

[5] ez-Zeylâ’î, Nasbu’r-Raye, II/ 27-28 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2010, B.III

[6] es-Serahsî, el-Mebsût, IV/ 187, Daru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan

[7] Konuyla ilgili rivayetler için bkz. Mahmud b. Ahmed el-Aynî, el-Binâye, IV/ 48-49 Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan 1990, B.I

[8] es-Serahsi, a.g.e. , a.y.

[9] Ebu’l-Hüseyn el-Kudûrî, Muhtasaru’l-Kudûrî, s. 66 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1997, B.I

[10] Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Âsâr, I/ 353, No: 324 Daru’s-Selâm, Kâhire, 2006, B.I

[11] “el-Meslekü’l- Mütekassıt fi’l- Mensiki’l- Mütevassıt”,128.

[12] Muhammed b. Muhammed el-Hakim el-Mervezî,”Muhtasaru’l- Hâkim”, II/320. (“Kitâbu’l- Asl” nüshası)